Geçen yazıda Mısır gezimdeki gözlemlerimi yazmıştım. Benim için bu gezinin bir diğer önemli noktası ise Asya ve Avrupa’dan sonra ilk defa Afrika kıtasındaki bir ülkeye gitmek oldu. Tamam belki bir Kristof Kolomb değilim ama farklı ülkelere gidip bu ülkeleri keşfetmek çok çok hoşuma gidiyor. Evet, ilk defa Afrika kıtasına gitmek bana çok güzel bir his verdi. Ama öte yandan Afrika denince akla Fransız işgalleri geliyor. Hatta Afrika’nın şeklinin Fransa horozuna benzetildiği ünlü bir karikatür bile var. Gerçekten de Fransa’nın Afrika’da sömürmediği ülke kalmamış. Mesela Fransa 132 yıl Cezayir’i sömürmüş, hoş hala sömürmeye devam ediyor. Galiba 10 sene önceydi, babam iş ziyareti için Cezayir’e gittiğinde anlatmıştı. Kaldığı otelde namazlık istemiş ve otelde namazlık yokmuş, düşünebiliyor musunuz? Müslüman bir ülke ve dört yada beş yıldızlı bir otel ama namazlık yok! Afrika’nın yer altı kaynakları çok zengin, bunu bilim adamları söylüyor ama Afrika’da insanlar açlıktan ölüyor. Bazen çocukların karnı sırtlarına yapışmış fotoğraflarını görüyorum. Açlık had safhada ama bilim adamları Afrika ülkelerinin yer altı kaynaklarının çok fazla olduğunu söylüyor. Peki bu yer altı kaynakları nereye gidiyor? Başta Fransa’ya sonra da tüm Avrupa’ya. Her ülkenin başına bir diktatör koyuyorlar ve istedikleri gibi yönetiyorlar. Aslında Afrika diye bir kıta bile yok diyebiliriz. Somali’den Mali’ye, Mali’den Gana’ya kadar hepsi Fransa’nın elinin altında. Bakın şu an rakamları tam olarak veremiyorum ama Afrika kıtasında konuşulan dilin büyük bir çoğunluğu, -%50’den fazlasından bahsediyorum- Fransızca. Yani bu bir zulüm değil de nedir? Bugün en büyük işgalci olarak Amerika’yı ve İsrail’i görüyoruz ama Fransa’yı hiç konuşmuyoruz. Cezayir’i 132 yıl işgal etmiş diyoruz ama aslında bu işgal devam ediyor, biz ise sanki işgal bitmiş gibi davranıyoruz. Üniversitede sosyoloji bölümlerinde bu işgalin üzerine dersler yazılmalı, bu bir sosyolojik bir sorundur. Mısır’da bunu iliklerime kadar hissettim.
Selam ve Dua ile…