RAMAZAN YAZÇİÇEK İLE “GENÇLİK” ÜZERİNE
Röportaj: Furkan BAŞAR
Ramazan amca,
Sizinle gençlik üzerine/ gençliğin sorunları üzerine bir röportaj yapmak
istiyorum. Bunun için kalkıp Van’a geldim. İlk sorum şu olacak:
1- Yusuf Kaplan’ın sözü özelinde, “Z” kuşağı gerçekten var mıdır?
C: Rahman ve Rahim olan Rabbimizin adıyla,
“Z” kuşağı tasnifiyle farklı yaş aralıkları üzerinden tanımlar yapılmaktadır. Bu
kuşak için ‘kendinden kopan; değerlerinden, aslında insan olma gerçeğinden
uzaklaşan bir kuşak’ tanımlaması da yapılmıştır. Öncelikle bir kuşağı ilgili tanım ile
sınırlamayı; alfabeye konu “Z” ile tasnifi doğru bulmuyorum. Bu ifadem, zımnen
mahkûm edilen kuşağın aslında mağdur olduğunu düşünmüş olmamdandır. “Z”
kuşağı denilen gençlerin sınıflanması, belli yaş aralığı ve özellikler üzerinden
yürüyorsa da, neticede bu sonucun müsebbibi biziz, hepimiziz. Kuşkusuz, “Gençlerini
ihmal edenler geleceklerini imha ederler.” Burada ihmal etmemenin yolu, imha
etmemenin imkânı, tanımı doğru yapmak ve sonuçla birlikte süreci de doğru
okumaktan geçer. Tanımlamaya konu sonuç üzerinden değerlendirme, bizi hakîkate
ulaştırmaz; sadece bir tespitte bulunmuş oluruz. Bu, olsa olsa anlık gerçekliğe
tekabül eden bir tespit olur.
Türkiye’de 15 milyonu aşkın “Z” kuşağı nüfusun olduğu söyleniyor. Bu kuşağın
kahir ekseriyetinin İslâm’dan bihaber olduğu kaygısının duyulması, sadra şifâ bir
çözüme götürmez bizi. Burada temel iki soruna dikkat çekmek istiyorum. Birincisi:
İslâm’dan bilgisel anlamda bihaber olmaktan daha tehlikeli/vahim olan, kendisiyle
barışık olmayan, fıtrî/insanî değerleriyle doku uyuşmazlığı yaşayan, hiççi (nihilist) bir
psikoza esir kuşakla karşı karşıya oluşumuzdur. Yine, ‘anlam’, ‘amaç’, ‘değer’
arayışında insanî kaygı yitmiştir ya da hiç yoktur. İkinci sorun/tespit: Geri kalan
kesimin yani erişkin diyebileceğimiz 25 yaş üstü kesimin durumunun
neliği/nasıllığıdır? Kanaatimce bu iki sorunun doğru cevabı, bizi, “Z” kuşağı denilen
hadiseyi doğru okumaya götürecektir. Bahse konu kuşağı, mahkûm etmeden mağdur
olduklarını söylemiş olmam, sürece dair okumalarımın neticesinde vardığım tespittir.
Ehem-mühim gördüğüm ilgili iki husus cevaplanmadan, hikâyeye yanlış yerden
başlamış oluruz.
2- Gençlerdeki “Allah” olgusu neden zayıfladı?
C: Soruya, kolaycı bir yaklaşımla “Şundandır” demenin yanlış olduğunu
düşünüyorum. Önce samimi bir şekilde şu soruyu sorma cesaretini göstermeliyiz:
Gençlerde önceden “Allah” inancı çok mu sağlamdı? Nereden nereye evirildi? Cevap
bu eksende ilerlemelidir. Ve ardından bugüne dair tetikleyici/harlayıcı sebeplerin
2
neler olduğu konuşulabilir kuşkusuz. İlgili gençlik, daha ziyâde ‘dijital yerliler’ ve
‘ekran gençliği’ farklılaşmasıyla öne çıkıyor. Gençler hakkında doğru tanımlama ve
sorunu doğru tespit, değer aktarımının devralındığı kuşağın ve de öğretmenlerinin
tanınmasıyla mümkündür. Gençlere rol model öğretmenleri özelinde bu toplum ve
dünün gençleri olan biz erişkinleriz. Burada anahtar ifade olsun istiyorum… Yani
konu parçacı bir yaklaşımdan ziyâde bütüncül olarak okunmalıdır.
3- Akif’in “Asım’ın Nesli” ve Tevfik Fikret’in “Halûk’un Gençliği”
arasında bugünkü gençlik nerede?
C: Akif için “Asım’ın Nesli” bir umuttu. Evet, o umut tüketilmemelidir! Ye’se
düşmek yoktur Asım’ın neslinde… Ancak alınan mesafe de ortadadır. Bugün,
inançsız bir gençlikten bahsediliyor maalesef! Tevfik Fikret’te ise “Halûk’un Gençliği”
daha somut bir adımdı. Netice: bizatihi Halûk’un ağzından babasının ektiği batıcı,
hrıstiyanî ve de seküler tohumların hasadıdır. Yani Halûk diyor ki: “Ben yetiştiğim
ortamın, babamın beni ilkokuldan beri gönderdiği okulların, kültürün ürünüyüm
şaşırmayın din değiştirmiş olmama, kilisede rahip/papaz oluşuma.” Konuyu
hikâyesiyle birlikte düşünmeliyiz dedim. Halûk, bizim tercümemizle şöyle diyor
aslında: Ben Müslüman iken Hristiyan filan olmadım! İslâm’a düşmanlık üzere
yetiştirildim ve kendimi Hristiyanlık durağında buldum. Farklı bir ifadeyle, su yatağını
buldu. Burada hepimize, anne-babalara çok açık dersler vardır. Konuyu, ilgili iki
örneğe sıkıştırmadan şunu belirtmeliyiz: Onlar bir kavimdi geldi geçti, Müslüman
olarak biz şimdi, burada ne yapmalıyız ve nereden başlamalıyız? Sıkça tekrarladığım
hususu seninle de paylaşmak istiyorum: “Nasıl?” sorusunu önemserken asıl, “Niçin?”
sorusunu sormalıyız kendimize. Öncelikle kök sorunu doğru tespitle, kök cevabın
ardına düşmeliyiz.
4- Gençliğin ahlâki çöküşünün sebepleri nelerdir?
C: Yaşanan konu/sorun bizim sosyolojimiz ve coğrafyamızla sınırlı değildir.
Bütün dünyada gençlik, kendi öncesine kıyasla bir boşluk içindedir. Bu, ‘anlam’,
‘amaç’, ‘değer’ yoksunluğudur. Gençlik, çaresiz bir çırpınış yaşıyor bugün. Bunun bir
adım sonrası umarım tekrar anlam arayışı olur. Şu anda böyle bir arayış dahi
anlamsız geliyor “Z” kuşağına. Ahlakî çöküşle, şayet muhafazakâr, kültürel
değerlerden de uzaklaşma anlamını kastediyorsanız, haklısınız. Ancak
“Muhafazakâr” ve “Kültürel” dediğimiz ne kadar Murad-ı İlâhiye muvafıktı? Bir
Müslüman olarak beni asıl/öncelikle burası ilgilendiriyor. Burada, yaşanılan çağın,
dijitalizmin, sosyal medyanın ve tümünü ekseninde yönlendiren küresel emperyalist
sermayenin ifsâd ediciliği aşikârdır. Yaşanan sonuca, büyük ölçüde kendi zihin
dünyasını mahfuz küresel emperyalist sermayenin ifsâdıyla gelindi! Çağımız, Batılı
seküler dünya düzeninin -yani düzensizliğinin- ortaya çıkardığı fitne çağıdır. Çağımız,
aklın ilâh edildiği; sihirbazların sapkın dünyasında, sahte kıyamet senaryolarının
sanal kahramanlarından oluşan çelişkilerle dolu kehânetler çağıdır. Bu gerçekler
dikkatten uzak tutulmadan, yerel dünyalarımızda yaşanan sonucun, muhafaza
edilenin/muhafazakârlığın, geleneğin/hurafenin hastalıklı ekiminin hasadı olduğu da
ayrıca unutulmamalıdır…
5- Gençliğe gelecekle ilgili tavsiyeleriniz nelerdir?
C: Sevgili Furkan, şu hususun genç-yaşlı herkes tarafından bilinmesi
gerektiğine inanıyorum: İslâm, dün olduğu gibi bugün de insanlığın kurtuluşunun
yegâne reçetesidir. Bu kanaatim, dindarlık hamasetiyle dile getirdiğim bir söz
olmayıp, bütün delillerin kendisini işaret ettiği hakîkatin ta kendisidir. İnsanlık, İslâm
3
ile yeni bir başlangıca gebedir. Yaşanılan bunca sancı, büyük doğumun sancısıdır.
Büyük doğumlar, zorlu sancılardan sonra gelir. İslâm, tarih sahnesine yeniden
dönüyor. Bütün tahdîd ve tehditlere rağmen bu gerçek örtülüp, ertelenemez artık.
Gelecek, insanlığın anlam arayışı inancı etrafında örülecektir. Herkes gibi gençlerin
de, modern-şimdi/burada sığlığından; haz-hız nefsî yöneliminden uzak durmaları
gerekir. Yine varlık-insan-bilgi bütününü doğru okumaları; tasavvurlarını yeniden
vahyin aydınlığında inşâ etmeleri gerektiğini âcizane tavsiye ediyorum.
Burada, öncelikle doğru bir medeniyet tasavvuru gerekir. Buna “Eve dönmek”
diyorum. Çözüm bellidir: Yeniden ve hızlıca eve yani, fıtrata/sünnetullaha dönmek
gerekir. Eve dönmek, GDO'lu gıdalara mukabil Ata Tohumu'na dönmek gibi bir
şeydir… Her şey ifsâd oldu. Islâh için yol almaktır eve dönmek. Bu tespitimin
tercümesi, kulluğun ancak Allah’a has kılınması; Nebevî Sünnet’e rücû ile zaman-
mekân aşkın anlayışa kavuşmaktır. Bunun biricik yolu, tasavvurların vahiyle
inşâsından geçiyor. Yani geleceği imar etmenin imkânı, önce kendimizi inşâ
etmekten geçiyor. Kendimizi inşâ, yaratılış amacına matuf îman ve salih üzere
olmaktır. Anlam boşluğundan; ‘anlam’, ‘amaç’, ‘değer’ yoksunluğundan kurtuluş,
insanın varlık gerekçesine (kulluk) yeniden dönmesi ile mümkündür. Burada sorun,
bilgisel (epistemik) değil, varlık anlayışı (ontolojik) ile ilgilidir. Arayış ve istikâmet
bu yönde olmalıdır…
Duyarlılığından ötürü tebrik ediyorum kardeşim. Teveccüh gösterip röportaj
dâvetinde bulunduğun için de teşekkür ediyorum.
***